Anasayfa » Çevre » Enerjide Dönüşüm & Yenilenebilir Enerji Kaynakları..ZEKİ ALPTEKİN (2)

Enerjide Dönüşüm & Yenilenebilir Enerji Kaynakları..ZEKİ ALPTEKİN (2)

Zeki Alptekin

25.09.2015, Düsseldorf

3. Almanya’da „Enerjide Dönüşüm“

„Enerjide Dönüşüm“,  enerji tedarikinin yada üretiminin fosil ve nükleer kaynaklardan sağlanması yerine, giderek yenilenebilir enerji kaynaklardan üretilmesine geçişi ifade eder. Burada amaç, 2050 yılına kadar Almanya’nın enerji ihtiyacının büyük bölümünü güneş, rüzgâr, jeotermal ve „kendi kendini yeniden üreten“ -yani „regeneratif“ olan- hammaddelerden, kaynaklardan karşılamaktır.  Bu bağlamda „enerjide dönüşümün“ önemli dayanaklarından bir tanesi, enerji tüketimini onun „tasarruflu ve etkin“ kullanımı ile  azaltmaktır. Tüm bunlar ile ulaşılmak istenen diğer bir hedef de havaya karbondioksit salınımını azaltıp, dünyadaki klimatik koşulların iyileşmesine katkıda bulunmaktır. Somutlayacak olursak; Almanya’daki „enerjide dönüşüm“ politikasının köşe taşlarını

– nükleer enerjiyi 2022 yılına kadar terk etmek,

– brüt enerji tüketiminde yenilenebilir enerji kaynaklarının payını 2020 yılına kadar %18’e,  giderek 2050 yılında %60’a çıkarmak,

– karbondioksit salınımını (1990 yılına göre) 2020 yılına kadar %35’den başlamak üzere 2050 yılına kadar %80-95 azaltmak,

– binalardaki ısı gereksinimini 2020 yılına kadar %20 civarında düşürerek buralardaki birincil enerji ihtiyacını 2050 yılına kadar  %80 civarında azaltmak, şeklinde özetleyebiliriz.

 

Tüm bunları gerçekleştirmek için, Almanya’yı giderek artan şekilde Yenilenebilir Enerji Kaynaklarından beslemek, tüm enerji sisteminin tedricen değiştirilmesi ile mümkün! Yeni regeneratif enerji santralleri, enerji parkları inşa edilip, bunların ihtiyaca uygun bir şekilde birbirleriyle bağlanması, yeni ve modern (enerji aktarımında daha az kayıpları mümkün kılan) bir „Overlay-Şebeke“ dahilinde internasyonal bağlantılı „elektrik iletim otobanlarının kurulması“ bu sürecin ilk „olmaz ise olmaz“ları..

Öte yandan Yenilenebilir Enerjilere geçiş, bir yerde eskinin merkeziyetçi enerji sisteminden, (yapısı gereği) ademi merkeziyetçi sisteme geçişi de ihtiva ediyor; mesela biyogaz ve fotovoltaik enerjinin çoğu kez lokal ve kişisel bazda üretilmesi nedeniyle.. Yani hem merkeziyetçi, hem de ademi merkeziyetçi olup birbiriyle bağlantılı olmak zorunda olan komplex, hibrit bir enerji sistemi ile karşı karşıyayız. Bu sistem aynı zamanda,  üretilen enerjiyi değişik zamanlarda değişik miktarlarda ortaya çıkan ihtiyaçlara cevap verebilecek şekilde „depolayabilme“ yeteneğinde de olabilmeli! Bu ise yeni enerji depolama tekniklerinin geliştirilmesini şart koşar.

Sözünü ettiğimiz yeni, komplex enerji tedarik sistemi „akıllı“ dağıtım ağlarını, şebekelerini zorunlu kılıyor. Adına Smart Grids denen, elektrik üreten birimlerini (enerji) elektrik depolama bazlarını tüketicilerle „akıllı“ şebeke üzerinden en modern teknik ile biribiriyle bağlayan bir sistem! Tüketicisinden üreticisine kadar tüm bu sisteme ait elementlerin biribiriyle somut ihtiyaç temelinde iletişime geçtiği ve buna göre kendi kendini düzenleyen bir sistem! Vizyon bu!!  Orta ve uzun vadede tüm bu aşamaları içeren bir „enerjide dönüşüm“ politikasında Almanya’yı 21.yüzyılın başlarında, yani sürecin başlangıcında dünya ölçüsünde itici, öncü güç haline getiren -ayırt edici- üç özellik var:

A. Yenilenebilir Enerji Kaynakların’a geçişin „Yenilenebilir Enerjiler Yasası“ (EEG: Erneuerbare-Energien-Gesetz) adlı yasa ile 2000’lerin başında güvence altına alınması:

„Doymuş“ bir elektrik piyasasında başlangıçta göreceli pahalı olan, güneş, rüzgâr ve biyokütle gibi Yenilenebilir Enerji Kaynaklarından elde edilmiş olan elektriğin devlet destekli alımlarla (20 yıl garantili subvansiyonlarla) bu yasa ile desteklenmesi, Yenilenebilir Enerji Kaynakları’ndan üretilen enerjilerin piyasaya başarı ile girişinin en önemli enstrümanı oldu. Yeni tip enerji kaynaklarının bu bazda giderek yaygınlaşması bu başarının bir kanıtı oldu. Öyle ki, ülkemiz dahil dünyada tam 77 ülke bu yasanın önemli elementlerini şu yada bu şekilde üstlendiler. Bunu, Almanya’nın bu konudaki konsepsiyonel bir başarısı olarak tespit etmek gerekiyor, ki onu bu konuda önder konumuna getiren ilk neden de budur. [1]

 

Geliştiği zemini yazımızın girişinde ifade ettiğimiz bu sürecin Almanya’daki önemli aşamalarını aşağıdaki kronolojide görmek mümkün:
– 1990: Yenilenebilir kaynaklardan elde edilen enerjinin şebekeye verilmesi ile ilgili yasanın kabülü: Devletin eko-elektriği satın alma ve bunu teşvik etmeye kefil olması. Çernobil kazasının sonuçlarının çıplak gözle görülmesi ve ozon tabakasının giderek incelmesinin yeryüzünde yaşamı tehdit etmesi gerçeği temelinde „sağlı“ „sollu“ tüm toplumsal kesimlerden hemen hemen herkesin, politikacının desteklediği bu çözümlerin ileride enerjide hangi „sessiz“ devrime neden olacağını kimse tahmin etmiyordu bile. Denilebilir ki; 1991’de yaşama geçirilen bu yasa ile „enerjide devrim“ başlamış oldu.

– 1996: Yeni bir inşaat yasası ile „Rüzgar Enerji Parkları“nın belli bir düzen içinde, „kaossuz“ kurulmasının mümkün kılınması ve bununla şehirlere ve belediyelere düzenleme, yapılandırma konusunda yeni imkanlar tanınması.

 

– 1996-1999: Rüzgar enerjisi sektöründe, bu insiyatifin piyonerlerini dahil herkesi şaşırtan bir „boom“un yaşanması. 1990’da sayıları ancak 200’ü bulan RES’ler, 1999 yılı itibarı ile 7.500’e çıkarak başlangıçta %1,4 olarak tahmin edilen enerji ihtiyacını karşılama oranını %5’in üzerine çıkararak tüm beklentileri altüst etti. Bu arada bu randımanların, teknolojide sürekli iyileştirmeler, geliştirmelerle de sağlandığını belirtmek gerek..

– 2000: Yenilenebilir Enerjiler Yasası“ (EEG: Erneuerbare-Energien-Gesetz) adlı yasanın kabülü ile Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının önünün tamamen açılması: Bununla bu tip enerjilerden üretilen elektriğe 20 yıl boyunca sabitlenmiş, önceden tespit edilmiş ve giderek düşen destek alım fiyatları garantisi verilip desteklenmesi. Enerjide (d)evrimin, Yenilenebilir Enerjilere geçişin kırılma noktasını bu yasa oluşturur.

– 2000-2010: Nükleer enerjiden tamamen vazgeçilmesinin karar altına alınması ve bunun „enerji güvenliğinin“ sağlanması açısından Yenilenebilir Enerjilere geçişin daha da hızlandırılmasını beraberinde getirmesi.

– 2010-2011: Fukushima katastrofu ile birlikte Almanya’nın muhafazakar ağırlıklı hükümeti, ülkede oluşan kuvvetli kamuoyu baskısı ile 2022 yılına kadar -şimdiye dek savunduğu- atom enerjisinden feragat etmeyi kararlaştırdı. Bununla Yenilenebilir Enerjiler, yeni bir atılımın eşiğine geldi. [2]   Peki Almanya Yenilenebilir Enerjiler  sürecine geçiş desteğini nasıl finanse etti? Bu sorunun cevabı, Yenilenebilir Enerji Kaynakları konusunda „Almanya pratiğinin“ ikinci ayırt edici özelliğini ifade ediyor.

 

  1. B. Yenilenebilir Enerji Kaynakları’na geçişin (politik) ekonomisi

Özel (gerçek) kişiler ve KOBİ’ler gibi tüzel kişiler başta olmak üzere hemen hemen tüm elektrik tüketicileri bu geçiş ile ilgili oluşan tüm giderlerin (yenilenebilir enerjilerin piyasa girişi ile ilgili oluşan sübvansiyonlar, destekleme giderleri, ARGE giderleri vs.) önemli bir bölümünü her ay ödedikleri elektrik faturaları ile „eko vergisi“ kesintisi üzerinden üstlendiler (Büyük sermayeye ait firmalar, genelde bu uygulamadan „muaf“ tutuldular.). Toplum genelinde kabul gören bu „sessiz anlaşma“ ile, örneğin 2014 yılına kadar sadece fotovoltaik alanında toplam 107 milyar Euro „inovasyon giderleri“ için kaynak toplandığı tahmin ediliyor. [3]  Böylelikle finanse edilen inovasyonlar, „Yenilenebilir Enerjiler Yasası“nın (EEG) „enerji üretimine verdiği destek garantisi“, insanlara bu alanda „tekniğe ulaşmalarının yollarını“ açtı, diğer bir deyimle enerji üretme teknolojisinde eski, 20. yüzyıla özgü „tekellerin kırılması“ sonucunu beraberinde getirdi. Sonuçta enerji üretimi, bir kaç (büyük) şirketin meselesi olmaktan çıkıp yığınla (tek tek) insanın „üretici“ olarak angaje olduğu, ekonomik üretim faaliyetine başladığı sektör oldu, özellikle güneş enerjisi (fotovoltaik) alanında.. Rüzgar enerjisi sektöründe ise, önceleri rüzgarın kuvvetli olduğu kuzey bölgesinde özgün bir yapısal gelişme yaşandı.

 

Enerji Kooperatifleri

Yatırımını tek başına finanse edemediği alanlarda insanlar, mesela rüzgar enerjisi sektöründe gücünü, diğer insanlarla birleşerek oluşturduğu „enerji kooperatifleri“ yolu ile, oralarda hisse (pay) alarak yarattı.  Ekonomi Politik’deki deyimleri söyleyecek olursak „üretimin kitlesel karakteri ile, üretim sonucunda yaratılan değerin klasik kapitalist gaspı„ şeklindeki „toplumsal temel çelişkisi“ burada göreceleşti, aşındı! Gelişme giderek öyle bir aşamaya ulaştı ki, (ekonomik) gelişmenin daha düşük olduğu ülkeler için de Yenilenebilir Enerji teknolojileri „satın alınabilir“ oldu. Ülkemiz ve dünyanın benzeri gelişme seviyesindeki bölgelerinde Yenilenebilir Enerji tekniklerinin boy atmasının arkasında bir yerde bu gerçek de vardır.

Böylelikle -hiç planda olmasa da- Yenilenebilir Kaynaklardan enerji üretmenin giderlerinin giderek ucuzlaması gibi dünya ölçüsünde bir eğilimin oluşması da yine Almanya’nın bir „kazanımı“ olarak, aynı zamanda ülke ekonomisi için yüksek katma değerli komponentlerin, tesislerin, spesyal mekanizmaların, ileri tekniklerin ve bunlarla ilgili software’lerin geliştirme merkezi olmasının, tipik Alman „export ekonomisinin“ yeni ve sağlam dayanaklarından birisi olmasının yolunu açtı.

Bu noktada; dünya ölçüsünde bugün gelinen yerin -genel ekonomik gelişme trendine uygun olarak- Yenilenebilir Enerji teknolojilerinin belli alanlarında bölgeler yada ülkelerarası kimi „eşitlenmeler“in yaşanması olduğunu da ekleyelim. Bu konuda verilebilecek en iyi örnek, güneş panellerinde -özellikle fiyat avantajı ile- Çin’in önder konuma gelmesidir. Fotovoltaik ve rüzgâr enerjisi tekniğinin giderek ucuzlaması, Gelişmekte olan Ülkelerde -Batı’nın merkez ülkelerinin tersine- bu alana yapılan yatırımların düzenli olarak büyümesini beraberinde getirdi. Sonuç: 2014 yılı itibarı ile Gelişmiş Endüstri Ülkeleri, Yenilenebilir Enerji alanına toplam 139 milyar Dolar yatırım yaparken bu miktar, Gelişmekte olan ve az Gelişmiş Ülkelerde 131 milyar Dolar oldu; trend, aradaki farkın giderek kapanması yönünde. [4]

Burada -konudan kısaca ayrılma pahasına olsa da- bir anti-parantez açıp teorik bir çıkarsama yapmak elzem: Başlangıçta Almanya’nın güneş paneli üreten firmalarını „çıldırtan“ söz konusu gelişmenin, bu alandaki „uluslararası iş bölümünü“nün yeniden yapılanmasını beraberinde getirdiğini söyleyebiliriz. Güneş Panellerini -değişik kalite seviyelerinde de olsa- „rekabete dayanıklı fiyatlara“ üreten artık Çin yada Çin’li firmalar!  Bu panellerde üretilen enerjinin elektriğe çevrim tekniğinde önder ülke ise Almanya!  Global şartlarda serbest rekabetin üretici güçlerin gelişmesine yaptığı etkinin sonucu böyle şekilleniyor. Ki bu „iş bölümü“ de uluslararası serbest rekabet koşullarında göreceleşiyor: Önce teknolojik farklılıklar rekabet yolu ile „eşitleniyor“, sonra yeniden bir „yarış“ ve farklılaşma (yani iş bölümü) ve bu temelde oluşan yeniden bir rekabet ve tekrar „göreceli teknolojik eşitlenme“! Kapitalizm özetle, kendisini yada „eşitsiz gelişme yasasını“ böyle göreceleştirerek yoluna devam ediyor.

Tekrar konuya geri dönecek olursak; ilgili literatürde sözü edilen, ama bu sürecin 3. ayırt edici bir özelliği olarak pek ele alınmayan, gözden kaçırılan, ama bizce sürecin en önemli ve ilginç „yan ürünü“ olan enerji sektöründeki yapısal değişimdir:

C. Ademi merkeziyetçi enerji tedariği ve  „mülkiyetin demokratikleşmesi“

Öncelikle şu tespiti yapalım: Yenilenebilir Kaynaklardan Enerji ediniminin ekonomisi, eskinin klasik merkeziyetçi enerji stratejisine karşı desantral, yani adem-i merkeziyetçi tarzda, eski sistemin içinde, onun yarattığı boşluklarda, onun göreceli „otonom hücrelerinde“ gelişmek zorunda idi. Belki de onun gelişme şansı bu oldu, denilebilir.

Yazımızın girişinde tarihi gelişimini yada ortaya çıkışını özetlediğimiz Yenilenebilir Kaynaklardan enerji üretme tekniği, her gelişmede olduğu gibi bir „nüve“ yada „hücre“ teknolojisi olarak tam 100 yıldan fazla süredir Avrupa’da aktüel olan, var olan bir olgu..

Tarihsel olarak olgunlaşması ve ekonomik-toplumsal düzeyde pratiğe dökülmesi, 70’li yılları itibariyle ekolojik krizin keskinleşmesi ve nükleer yoldan enerji tekniğinin „güvenlik konusunda“ giderek artan bir şekilde sorgulanması, 1973-74 petrol krizi, gelecekteki enerji sorununun ekolojik sorunlar ile birlikte insanların bilincine çıkması ile, özellikle de 1986 Çernobil katastrofundan sonra -önceleri küçük nüvelerde piyoner insiyatifler niteliğinde devam ettirilen çalışmaların- ciddi bir şekilde genel ekonomik ve toplumsal planda ele alınması ile mümkün oldu. Söz konusu piyoner çalışmaların, bu alandaki kimi teknik buluşların -örneğin yenilenebilir enerjilerin elektriğe çevrim teknolojisinin yada enerji depolama tekniğinin- bu süreci daha da öne itmesinin doğal olduğunu burada belirtmiş olalım. Çünkü her yeni buluşun, yeni gelişmeleri ve bunlara ilişkin (ekonomik) bir bakışı da beraberinde getirmesi eşyanın tabiatına uygun bir gelişmedir.

Bu çerçevede Yenilenebilir Enerji Kaynakları, öncelikle „nüve teknolojisi“ olarak başladığı yolculuğunda özellikle 80’li yılların ikinci yarısından itibaren boyutlanan yeni teknik gelişmeler ile beslendi. Yenilenebilir kaynakların alansal yada bölgesel olarak, klasik fosil kaynakların aksine, yoğun olarak değil „seyreltilmiş“ olarak ortaya çıkması da, bunların desantral olarak oluşup-gelişmesine neden oldu. Rüzgar nerede güçlü esiyorsa, güneş nerede daha fazla ışıldıyorsa, biyogaz için gerekli olan tarımsal artık nerede varsa enerji üretme tesisleri oralarda kuruldu. 70-80’li yıllarda nüvelenen, 90’lı yıllarda ivmelenip 2000’li yıllarda atılım yapan bu süreç, kimler -hangi aktörler- tarafından üstlenilip ve nasıl sürdürüldü? Bu nasıl bir „enerji yapılanmasını“ beraberinde getirdi? Şimdi yanıtlamak istediğimiz soru bu!

[1]              WWF Deutschland und Lichtblick SE,  „Megatrends der globalen Energiewende“, Berlin 2015, S. 22

[2]              Bu gelişmeler, bu süreç Sosyal demokratların muhafazakarlarla yaptıkları „büyük koalisyonun“ 2014 yılında aldıkları enerji politikasına ilişkin kararlarla şimdilik biraz akamete uğramış görünüyorsa da, bizce bu konuda son söz henüz söylenmiş değil! Zira burada enerji politikasını yapan sadece politikacılar değil, yazının akışında da görebileceğimiz gibi Yenilenebilir Enerjilere sahip çıkan halk..

[3]              a.g.y.

[4]              a.g.y., S. 44

Paylaş